14 Ağustos 2012 Salı

Kentsel Dönüşüm Söyleminin Gizlediği Gerçekler


7 Nisan 2008 tarihli Türkiye Gazetesi’nden bir alıntıyla başlayalım:

‘‘…Hükümet başta İstanbul, Ankara ve İzmir olmak üzere büyük şehirlerin en önemli meselesi gecekondulaşmayı sona erdirmek ve modern kentlere kavuşmak için düğmeye bastı…kentler birer birer o eski çirkin yapılarından, kamburlarından kurtuluyor…‘kentsel dönüşüm’, büyük şehirlerdeki çarpık ve çirkin yapılaşmanın çözümü olarak sunuluyor… devasa kentsel dönüşüm projeleri, İstanbul’u yeniden dünyanın merkezi haline getiriyor. ‘2010 Avrupa Kültür Başkenti’ seçilen İstanbul, bu kimliğine yakışacak yeni sosyal, kültürel ve kentsel projelerle dev bir şantiyeye dönüştü  Gecekondular teker teker yıkılıp yerlerine modern ve estetik şehirler kuruluyor ’’.


Yorumlara açık, iki sorunlu sıfat, ‘’çarpık’’ ve ‘’çirkin’’, gecekonduların üzerine yafta olarak yapıştırıldığında ‘’modern’’ ve ‘estetik’’  kentlerle dünya başkentleri inşa etmenin yöntemi de ‘’gecekonduların teker teker yıkımı’’ olarak şıpadanak saptanıverir. TOKİ’nin insan silolarıyla estetik kentlere kavuşabileceğimiz/ kavuştuğumuz ne kadar tartışmalı ise, kentleri ‘’dev bir şantiyeye’’ çevirerek müteahhitlik mantığıyla modern kentler inşa edilebileceği savı da o kadar yanlıştır.  Meşruiyetini deprem tehdidi üzerinden inşa eden ve büyük çaplı mülkiyet el değiştirmeleriyle zorla tahliyeler ve yıkımlara sebebiyetle kentlerimizin sosyo-mekânsal yapılarını da yeniden tanzim edecek olan Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun’un tartışılmadan yürürlüğe girdiği ve kamuoyunca sorgulanmadan kabullenilmiş göründüğü bu günlerde, barınma/konut hakkı ve kentsel sorunlara yaklaşımda, yukarıdaki alıntının tarihi 2008’den bu yana bir arpa boyu yol almadığımız da bir başka gerçektir. 

İnsan hakları ihlalleri ve mağduriyetleriyle tanışmasını ihlallerin şiddet ya da felaket olarak tezahürüne endekslemiş bir toplumdan, neoliberal kent politikalarının yaratmakta olduğu barınma/konut hakkı ihlallerinin ayırdına varmasını beklemek elbette iyimserlik olur. Tam da bu nedenle, Canik-Kuzey Yıldızı TOKİ konutlarının enkazından çıkarılan 4’ü çocuk 10 cansız beden, ‘’ Türkiye'nin gerekli imar şartlarını taşımayan binalardan artık kurtulmasının zorunlu olduğunu ’’ düşünenlerce yaptırılan Fransız balkonlu, modern, estetik TOKİ konutlarında ‘’ çağdaş bir yaşam alanına ’’ kavuşturulan gecekondulular gerçeğini yüzümüze çarpmakla kalmamış,  sorumlulukları olanların ‘’Hatası olan varsa başta ben, cezasını çekecektir’’ sözleriyle kendi cezalarını da ancak kendilerinin biçecekleri gerçeğini faş ederek, kentsel politikaların nasıl merkeziyetçi ötesi antidemokratik bir zihniyetle yürütüldüklerinin de ilk ağızdan ilanı olmuştur. Afet Yasasının bu hegemonyayı pekiştireceği kaygısını paylaşarak devam edelim.  

2008’e, bu kez Bezirganbahçe TOKİ konutlarından bir mülakata dönersek, tehlike önceden geliyorum demiştir; Samsun faciası pekâlâ öngörülebilirdir. Milliyetçilik soslu üstten bakışlı,‘’ Türkiye’nin geleceğini inşa ediyoruz ’’ kibrinin sonucu acı olmuştur: 

‘‘Buraya giriyorsun çamur, yağmur yağdıktan sonra su basıyor, sığınaklara su basıyor, kapıcı dairelerine de… Bakın, şu ada, yağmur yağdığı zaman bütün bu binanın etrafının suyu o, gölet oluyor orası. Resimleri de vardır benim telefonumda, geçen gün çektim, TOKİ’ye göndermeyi şey yaptım. Bak, bak bu bende resmi var. Bu bina böyle, o bina da öyle, orası gölet bu yerlerin hemen hemen tamamı gölet…TOKİ, yani müdüre gittim, biz orayı balyozla kırdırdık geçen bir yağmur oldu, balyozla kırdı çocuk da kurtardı biraz. ..Yani o kadar şey ki, altyapı hiç hazır değil. Yani, ben zannetmiyorum bunların bir proje olduğuna. Sadece gir oraya ev yap demişler. Ve hizmet daha sonra gelecek … ’’.

Benzerlikler, sadece binaların fiziki şartları ve altyapıyla sınırlı değildir. Dönüşüm projelerinde, barınma hakkı ihlallerinin tetiklediği benzer mağduriyetlerle hak ihlalleri de yaşanırken, yerel yönetimlerle TOKİ’nin aynı projelerdeki ısrarcı tutumu, ancak böyle bir tepeden bakış ve projelerden rant beklentisiyle açıklanabilir. Geçmişte kentin çeperindeki gecekondu bölgeleri, bugün genişleyen kentin değerli alanları olarak küresel sermayenin iştahını kabartmakta; ekonominin çarkları artık sanayi yerine kentsel rant üzerinden dönüyor. Yönetimler de, ihtiyaçlara yönelik adil, eşitlikçi, sürdürülebilir kentler için çalışmak yerine, kentsel girişimcilikle arazilerini sermayeye pazarlama yarışındalar. Reklamların aksine, TOKİ Robin Hood’u, neoliberal politikalar doğrultusunda, emekçi ve yoksuldan alıp sermayeye aktaran bir Robin Hood’dur:‘‘Kentsel dönüşüm projeleriyle daha önce dar gelirli toplumsal kesimlerin elinde bulunan gecekondular hem kamu gücü hem de kamu kullanılarak yüksek gelirli toplumsal kesimlere verilmektedir  ’’.Yeni kentsel düzende, arazi rantı insan haklarını da insani değerleri de öteler.

Konuyu bir örnekle açalım. Ayazma/Tepeüstü kentsel dönüşümünü gerçekleştiren Küçükçekmece Belediyesi yayınına göre bölge ,‘‘… sosyo-ekonomik olarak da çöküntü bölgesi olarak kabul edilebilecek…‘ötekiler’ olarak sayılabilecek bir nüfus profiline sahip, kentin varoşunda kentle bütünleşememiş, İstanbul Metropoliten Alanı içinde gelecekte en prestijli olabilecek bir bölgede, ilkel yaşam şartları koşutunda, kente, daha doğrusu yaşama tutunmaya çalışan bir alt bölgedir . Başkan’a göre, ‘’Yaşam standardı İstanbul standardının çok altında…Üstelik uluslararası alanda prestij olan Olimpiyat Stadyumu'nun yanı başında TEM otoyolundan hemen görülebilecek bir noktada ’’dır.  Mahallenin dar şartları, bir yerel yönetici olarak Başkanı huzursuz edeceğine, yoksulluğunun görünürlüğü rahatsız eder! İlçesindeki yoksun bölgeyi sosyo-ekonomik tedbirler ve altyapı çalışmaları ile iyileştirmesi gereken yerel yönetim, sorumluluğu kendinde arayacağına,  yoksulu yoksulluğundan sorumlu tutarak ‘’ gelecekte en prestijli olabilecek bir alt bölgede’’ oturuyor olmasını çok görmektedir. Bölgenin konumu incelendiğinde, Ayazmalıların neden ‘’öteki’’ ilan edildiği ortaya çıkıverir:

‘‘ …bölgenin kuzeyinden TEM, güneyinden, E5 karayolu geçmektedir. İlçenin, Yeşilköy Havalimanı’na uzaklığı ortalama 2km.dir. Ayrıca batı sınırında kuzey-güney aksında yer alan ve Prestij Hizmet Aksı ya da Basın Ekspres Yolu olarak bilinen aks bulunmaktadır. Tüm bu bağlantı aksları ile birlikte, Edirne–Sirkeci demiryolu ile olan direkt bağlantılar ve tartışmalı bir yer seçimi sonucu bölgede yer alan Olimpiyat Stadı, yerel ve merkezi idareleri, bölgeyi uluslararası sermayenin yatırım yapabileceği projeler alanına dönüştürebilme potansiyellerinin varlığı konusunda, ikna etmiş görünmektedir .’’

Bugün bölgede Ağaoğlu’nun ‘My World Europe’ prestij projesi yükselmektedir. Ayazmalılar ise Bezirganbahçe TOKİ konutlarına yeniden iskân edilmişlerdir. 

Diğer dönüşüm alanları  Ayazma örneğini takip ettiğinden devam edelim. Yerel yönetimce ‘‘Yaşama yeni bir pencereden bakın-Ayazma-Tepeüstü Kentsel Dönüşüm Projesi: Hayalleriniz gerçeğe dönüşüyor ’’, sloganlarıyla pompalanan ve  ‘‘Sınıf Atladılar ’’ / ‘‘Kentsel dönüşüm ile lüks ev sahibi oldular’’  manşetleriyle alkışlanan dönüşüm projesi, İstanbul’un ilk geniş kapsamlı projesi olduğu gibi, homojen büyük bir nüfusun toplu olarak yeniden iskân edildiği ilk projedir, 1440 aile,7800 civarı nüfus etkilenmiştir. Diğer dönüşüm projeleri incelenirse,  benzer sloganlar ve manşetlerle karşılaşılacağını söyleyebiliriz; memleketin dört bir yanındaki ilkel yaşamlı gecekondulular, TOKİ sayesinde modern hayatlara kavuşmaktadır; herşey güllük gülistanlıktır. Ayazma’ya dönersek, hak sahibi kabul edilenler, Şubat 2007’den başlayarak Halkalı Bezirganbahçe TOKİ Bloklarına yerleştirilirler. 90’lardan itibaren Ayazma’ya yerleşen zorunlu göç mağdurları, yerlerinden edilmiş aileler için ikinci bir zorunlu göçtür. Bezirgânbahçe’de katmerleşen bir yoksulluk ve yoksunlukla karşılaşacaklardır. Yerel yönetimin “büyük dönüşüm” adıyla sunduğu kentsel dönüşüm sonucunda yerleştirildikleri TOKİ konutlarında ödeyemedikleri apartman aidatları ve aylık kredi taksitleri nedeniyle açlık sınırında yaşamlara mahkûm olmakla, konutlarını borcuyla elden çıkartmak açmazında kalır, çoğu, mülksüzleşmiş ve yoksullaşmış olarak kentin çeperlerine 3. bir zorunlu göç yaşar .  Yerel yönetimin 2008 tarihli anketleri de gidişatı doğrular; aşağı yukarı 2 sene sonra, yeniden iskân edilenlerin  %43’ü ekonomik şartlardan satmayı düşünmektedir . Ekonomik mağduriyetler ve yoksulluk tablonun görünür yüzüdür; mahallenin yok edilmesiyle sosyal ilişkiler, dayanışma ağları dağılır; blokların kısıtlı kamusal alanları ve dar mekânları yerleştirilen nüfusun kültürel pratiklerine uymaz; hak ihlalleri içten içe kanar. Bir “medenileştirme” projesi olarak apartman yaşamının dayatılması ise beyaz adamın yabaniyi medenileştirmesinin TOKİ versiyonudur! Söz konusu gecekondu nüfusları olduğunda, toplumun değişik ideolojik/politik görüşlerinden bir ‘medeniyetler!’ ittifakı, ihlal projelerinin şakşakçısı kesiliverir. Evleriyle birlikte dönüşüme giren gecekondululara ‘apartman medeniyeti’ öğretilmektedir . Literatüre yeni bir medeniyet kavramı ters köşeden girer. Başkan, ‘’kentsel dönüşümle apartman hayatına taşıdıkları insanların dönüşüme ihtiyacı’’ olduğunu zaten sürecin başında muştulamıştır . 

Ayazma/ Tepeüstü- Bezirganbahçe TOKİ yeniden iskânının hemen ardından uygulamaya giren Sulukule-Taşoluk TOKİ iskânında da yerleştirilen 300 küsur kiracı aileden 1’i hariç hepsi borcuyla satacaktır. Dahası, Kuzey Ankara Girişi-Karacaören TOKİ, Kadifekale-Uzundere TOKİ, Samsun Merkez-200 Evler TOKİ dönüşümleri de ekonomik, sosyal ve kültürel mağduriyetleriyle paralel sonuçlar verir. Gelecektekilerin farklı olmayacağını belirtmek yanlış olmaz; ancak, bu kez, afet yasası nedeniyle sürecin hızlanacağı ve insan hakları ihlalleriyle malul patlamaya hazır kentlere yol alacağımız gerçeğini göz ardı etmeyerek.

TOKİ eski Başkanı Şehircilik Bakanı’nın sürekli alt gelir grupları mahallelerini kriminalleştirmesi artık bir Bayraktar klasiği. ‘’Terörün, uyuşturucunun, devlete çarpık bakmanın, psikolojik olumsuzlukların merkezi ’’/ ‘’ …bazı siyasi oluşumlar, açıkgözler, yanlış düşünenler , esrar eroin ve kadın ticareti yapanların beslendikleri yerler’’ / ‘’Olumsuzlukların, mafya yeltenmelerinin, yasanın istemediği tüm olguların yeşerebildiği yerler ’’ /‘’Çocuklarımızın geleceği, insanların huzuru bakımından şehirleri (gecekondu bölgelerinden) kurtarmanın gerekliliği ’’ ifadeleri yoksulluğun damgalanması ve kriminalleştirilmesi üzerinden rant amaçlı kentsel dönüşüme meşruiyet inşası değilse, ayrımcı, dışlayıcı ve önyargılı birer bakıştır; ya da hepsi. Kaldı ki, kriminal olgularla mücadelenin bir müteahhit mantığıyla salt mekan ve konut değişimiyle kazanılacağını düşünmek de saflık değilse aymazlıktır. Mekân sadece fiziki boyuttan oluşmadığından, sosyal ağları, kültürel pratikleri ve dayanışma mekanizmalarıyla kentsel mekânı, mahalleyi, dağıtan ve yoksulu daha yoksul, yoksun kılarak kentlerin çeperlerine transfer eden, kentleri de mekânsal ve toplumsal ayrıştıran dönüşüm projeleri,  Sayın Bakan’ın sıraladığı kötülüklerin şimdi değilse de, kendi eserleri afet yasası sayesinde, gelecekteki kaynağı olabilir. Korkarız ki, o zaman, kendi paranoyalarını böylece kendi uygulamalarıyla gerçekleştirmiş olacaklardır. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder